Paylaş
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail yönetimini “Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla” hareket etmekle suçluyor, bu çerçevede Filistin ve Lübnan’dan sonra İsrail’in ileride Türkiye topraklarına da “göz dikeceğini” söylüyor.
İlginçtir ki “Vadedilmiş topraklar” meselesi, yakın tarihte İsrail ile ilişkilerde bir kez daha Türkiye’nin gündemine girmişti. Ancak bugünkü gibi İsrail’den Türkiye’ye dönük bir tehdit algısının tanımlanması çerçevesinde değil, aksine İsrail ile ilişkilerde o dönemde hakim olan olumlu atmosferi güçlendirmeye dönük bir jest olarak.
Bu jesti yapan kişi ise dönemin Başbakanı Prof. Tansu Çiller’den başkası değildi.
Bugünkünden çok farklı bir bağlamda ifade edilmiş olsa da, o dönemde yine önemli bir tartışmaya kaynaklık etmişti Çiller’in bu sözleri.
*
Tarih 3 Kasım 1994. Prof. Çiller İsrail’e resmi bir ziyarette bulunuyor. Türkiye’den İsrail’e başbakan düzeyinde yapılan ilk ziyaret olması açısından tarihi bir anlam taşıyor bu gezi.
O tarihte Hürriyet’in Ankara Temsilcisi unvanımla izlediğim bu ziyaret, Çiller’in İsrail’de büyük bir etki yarattığı bir gezi olarak kayıtlara geçmişti. İkili ilişkilerde yaşanan sıçramaya ek olarak, Türkiye’yi bir kadın başbakanın temsil etmesi İsrail tarafında sıcak bir rüzgâr estirmişti.
İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez, gazetecilerin önünde yaptığı konuşmada Çiller’in “Modernliği temsil ettiğini” vurgulamıştı kuvvetli ifadelerle.
*
Çiller’in ziyaretinin belki de en çok iz bırakan yönlerinden biri 3 Kasım akşamı Başbakan İzak Rabin’in Kudüs’te kendisi onuruna verdiği akşam yemeğinde yaptığı konuşmaydı.
Tevrat’tan birçok alıntıyla desteklenmiş bir konuşma metniydi bu. “Kılıçlarını saban yapıp, mızraklarıyla ağaçları budayacaklar”, “Hiçbir millet bir başka millete kılıç çekmeyecek” ve “Allah Yakub’a merhamet edecek ve İsrail’i sınırları içinde görecektir” gibi alıntılar vardı Çiller’in metninde.
Çiller’in konuşmasının en can alıcı kısmı, yine Tevrat’ta geçen ve İsrail devletinin kuruluş felsefesini anlatan “Vadedilmiş topraklar” kavramına atıf yapmasıydı.
Konuşmasının giriş bölümünde “İsrail’i, vadedilmiş toprakları ziyaret eden ilk Türk başbakanı olmanın ayrıcalığını taşıyorum” diyecekti Başbakan Çiller.
*
Çiller’in Tevrat’a yaptığı bu atıf İsrail tarafında büyük bir memnuniyet dalgasının esmesine yol açtı, bir anlamda bütün bir geziye damgasını vurdu.
Buna karşılık aynı gözlemi Türk tarafı açısından söyleyebilmek mümkün değil. Bir kere hepsinden önce başbakanlık koltuğunun DYP’de olduğu koalisyonun diğer ortağı SHP kanadında rahatsızlığa neden oldu.
Ziyarette Çiller’e eşlik eden dönemin SHP’li Dışişleri Bakanı Prof. Mümtaz Soysal, Çiller’in bu ifadeyi kullanmış olmasından rahatsızlığını gazetecilerden gizleme gereğini duymadı.
Çiller’e yöneltilen eleştirilerin bir boyutunu, Türkiye İsrail’den işgal altında tuttuğu Filistin topraklarından çekilmesini talep ederken bu ifadenin kullanmasının yanlış yönlere çekilebileceği görüşü oluşturuyordu. Dinsel bir referans üzerinden konuşması keza eleştiri konusuydu.
*
Türkiye’deki muhafazakâr çevrelerde de belli bir rahatsızlık hissedildi. O dönemde en kuvvetli eleştirilerden biri Türkiye gazetesinde bu kesimin tanınmış kalemlerinden Ahmet Kabaklı’nın köşesinde “Üzümü Tilkiye Kaptırmak” başlıklı bir yazıda ifade edildi.
Bu kesimin bakışını yansıtması bakımından oldukça çarpıcı olan 7 Kasım 1994 tarihli yazı, İsrail’in “Vadedilmiş topraklar” söylemi konusunda uyarılar da içeriyor.
Şöyle diyor Kabaklı:
“İşin aslı ne ticaret, ne ziyaret ne de Manavgat suyu. İsrail, ‘Vaat edilmiş Tevrati vatan’ yahut ‘Nil’den Fırat’a büyük Yahudistan’ davasında Türkiye’yi ‘ileridir, laiktir, demokrattır’ diyerek Müslüman devletlere karşı işbirliğine hazırlıyor.”
*
Çiller’in ziyareti sırasında İsrail tarafından yapılan bütün açıklamalar, o dönemde İsrail’de iş başında olan İşçi Partisi hükümetinin bölgede en önemli tehdit olarak İslami köktendinciliği gördüğünü ve öncelikle İran tehdidine odaklandığını gösteriyor.
Bu açıdan bakıldığında, bugün de değişen bir şey yok İsrail cephesinde İran söz konusu olduğunda...
Tabii Çiller’in “Vadedilmiş topraklar” ifadelerini kullandığı bu ziyaret sırasında sahada bugünkünden bambaşka bir Ortadoğu tablosunun olduğunu da vurgulamamız gerekir.
Gizli yürütülen Oslo görüşmelerinde varılan mutabakatın ardından İsrail Başbakanı Rabin ile FKÖ lideri Arafat arasında Başkan Bill Clinton’un davetiyle gerçekleşen 13 Eylül 1993 tarihli Beyaz Saray buluşmasıyla çözüm yönünde tarihi adımların atıldığı bir dönemden söz ediyoruz.
Bir bu kadar önemlisi Çiller’in ziyaretinden kısa bir süre önce Nobel Barış Ödülü’nün Arafat ile İsrail tarafından Rabin ve Perez’e verildiğinin açıklanmış olmasıdır.
Ancak Ortadoğu’da yakalanan bu barış ivmesi ne yazık ki sürdürülememiştir. Başbakan Rabin’in 4 Kasım 1995 tarihinde Oslo Mutabakatları’na karşı çıkan aşırı sağcı radikal bir genç tarafından Tel Aviv’de öldürülmesi, sürecin çökmesinin gerisindeki kırılma noktalarından biridir, bir dizi başka faktörle birlikte.
*
Altını çizmemiz gereken bir nokta daha var. Çiller, “Vadedilmiş topraklar”dan söz ederken bu ifadeleri bugün İsrail’e atfedilen Türkiye’ye dönük niyetleriyle ilgili tartışmaların çok dışında, Türkiye’nin İsrail devletini eskiden beri tanımakta oluşu çerçevesinde Musevilerin kendi devletlerine sahip olmaları hakkı anlamında kullanmıştır.
Muhtemeldir ki, o konjonktürde İsrail ile ilişkilerdeki olumlu iklimi daha da ısıtacak, ziyaretinin havasını güçlendirecek bir jest olarak düşünmüştü bu atfı.
Bugün ise “Vadedilmiş topraklar” ifadesine, İsrail’in Türkiye’ye dönük niyetlerini açıklamak üzere temel bir dinsel referans olarak başvurulmaktadır Ankara'daki karar vericiler tarafından.
Peki İsrail’in gerçekten Türkiye’nin topraklarında gözü var mı?
Bu soruya ayrı bir yazı içinde yanıt aramamız gerekiyor.
Paylaş